Efendimiz Aleyhissalat-u Vesselam’ın bir hadis-i şerifinde “Kişi nasıl yaşarsa öyle ölür, nasıl ölürse öyle dirilir, nasıl dirilirse de öyle haşrolur” buyurmaktadır. Bunun öncesinde kişinin dikkat etmesi gereken yaşam standartı yani yaşantısı nasıldır? Ehl-i sünnete göre amel imandan bir cüz değildir. Bir insan iman ettikten sonra (Kur’an-ı Kerim’in iki karton kapağı arasında “hepsine şeksiz şüphesiz inanıyorum” dedikten sonra) gerek icmalen gerek tafsilen amel noktasındaki eksileri bu insanı kafir etmez. Bir haramı haram olduğunu bilerek işliyorsa fasıktır. Bir farzın farz olduğunu bildiği halde terk ediyor ama farz olduğuna kanaat getiriyorsa bu insan fasıktır ama kafir değildir. Bu hal ile ahirete gitmesi elbette kötü bir şeydir. Çünkü o günahlarından dolayı yarın ahirette mesul olacak, bunlar kendisine sual edilecektir. Şu an için mevcut olarak mümindir ama imanlı olarak ahirete gitmesi kesin değildir.
Son nefes dediğimiz olay vardır ki Şeytan Aleyhilla’ne o zamanda da boş kalmayacak kişinin en değerli olan imanını alma noktasında son gayretini o zamanlarda harcayacaktır. İşte o konumda kişinin imanını muhafaza edebilmesi öncesinde o imanını amellerle takviye etmesine bağlıdır. Hatta kişinin hal-i hayatta imanlı, muvahhit ve amel-i salih işleyen bir kişi olmasıyla beraber işlemiş olduğu bir günah olsa o günah belki onu küfre sokmuyor ama Allah-u Azümüşşan’ı gücendiren bir günah son nefeste Allah muhafaza imanının gitmesine sebebiyyet bile verebilir. Kimse garanti altında değildir zaten Ehl-i Sünnet akidesine göre tamamıyla umutsuzluğa düşmek de küfürdür, tamamıyla emniyet içinde olmak da yani bana hiçbir şey olmaz demek de küfürdür. Havf ve reca (korku ve umut) her ikisi arasında olmalıyız ama umudumuz daha ağır basmalıdır. Bu sebeple dünya hayatında yaşantımız imanımızı muhafaza eder. Cübbeli Ahmet Hocamız “dualarım” isimli kitabında buna dair bazı namazlardan ve dualardan bahseder ki bunlar okunabilir ve yapılabilir. Bunun arka planında aslolan kişinin dünyadaki yaşantısıdır.