Hanefi mezhebine göre gerek mali (zeka, sadaka) ibadet gerek bedeni (namaz, oruç) gerekse hem mali hem bedeni (hac, umre, tavaf vs.) ibadetlerde niyabet (başkası namına yapmak) sahih olduğu gibi bunların sevabını da bir başkasına hediye etmek mümkündür, caizdir. Başkasının hayatta olması veya hayatta olmaması müsavi (eşittir). Bu noktada şu kadar tahdid getirilecek diye bir sınırlama söz konusu değildir ki gündelik olarak cuma akşamları bizim örf ve adetlerimizde evlerde Yasin-i Şerif okunur. Yasin-i Şerif okunduktan bir dua yapılır ve duadan sonra onlar ölülerimize hediye edilir. Hazreti Peygamber Aleyhissalat-u Vesselam’dan başlayarak, bütün mümin ve müminata varıncaya kadar bir taksimden bahsedilir. Bu bedeni bir ibadet olan kıraat sevabının hediye edilmesidir ki bir sınırlama yoktur.
Kişi tavaf yapar yaptığı tavafı bir sahsa da verebilir, birden fazla kişiye de verebilir, hediye edebilir. Neticede Allah-u Azimüşşan Ğaniyy’dir. Bir başkasına böyle bir sevabı vermesi diğerinden bu sevabı alması anlamında değildir, bir eksilme söz konusu değildir. O yüzden böyle bir tahdidden bahsedemeyiz ki bunu genel değiştirmek daha uygundur. Dualarımızda her bir mümin ve müminatı katmak uygundur. Hocaefendilerimiz, hatiplerimiz der; Nesli kesilmiş, ümidi kalmayanlara Fatiha-i Şerif okuyacak olan kimseler ki aslında her bir müslüman beş vakit namazında bunlara dua ediyor. “Rabbenağfirli veli valideyye velil muminine” (İbrahim-41) “Rabbim bana rahmet eyle, ana babamla rahmet eyle, merhamet eyle ve bütün müminlere merhamet eyle” derken mümin sıfatını taşıyan her bir kimseye dua etmiş oluyorsun. Dolayısıyla böyle bir tahdiddden (sınırlama) bahsetmemiz mümkün değildir.